Eskişehir’den bildiriyorum, neler okudum neler izledim

Toparlanırken hiçbir düzenleme, efendime söyleyeyim eşyaları kategorileme gibi aslında çok kolaylık sağlayacak işler yapmayıp ne bulduysam kolilere, valizlere tıkıştırdığım için buraya geldiğimde eşyalarımı yerleştirmek koca bir haftama mal oldu. Hala açılacak ve kim bilir içinden ne çıkacak bir kolim daha var. Vallahi bıktım, görmek dahi istemiyorum. Nesnelerin dünyasında yaşadığımızı ve aslında onların insanlara hükmettiğini söyleyen birisi çıkıp örnek olarak beni kullanabilirdi, gerçekten. Açtığım bir valizin en üstünde ne vardı biliyor musunuz? Arşe?! Evet, kemanın kendisi yok ama yayını yanıma almayı eksik etmemişim. Bazen tüm nesnelerden ve onlara yüklediğim saçma sapan anlamlardan sıyrılacağım geliyor. Bomboş olsun istiyorum her şey.

Bugün ortaya saçtığım tüm o eşyaları bir yerlere koyup ortalığı da büyük oranda toparlayabilmişken, o son koliyi görmemle sinirlerim zıpladı. Sonra dedim ki boşver ya, eğer ihtiyacım olan bir şey varsa içinde elbet ortaya çıkacak, şimdilik dolabın arkasında dursun öyle hatta gözüme bile görünmesin. Böyle dedikten sonra ufak bir kandırmacayla kendimi rahatlatabilmeyi başardım ve son zamanlarda okuduklarımdan, izlediklerimden bahsedecek bir şeyler olabilir diyerek bloga yazı girmeyi düşündüm. Böylece, buradayım işte. İki kitap ve bir animeden bahsedeceğim size. Önce kitaplar.

kızıl mars ile ilgili görsel sonucu

Kızıl Mars – Kim Stanley Robinson

Zamanında Kabalcı Yayınevi tarafından basılmış fakat devam kitapları olan Yeşil Mars ve Mavi Mars çevrilmeden yarım kalmış bir üçlemenin ilk kitabı Kızıl Mars. İthaki Yayınları bir güzellik yaparak bilimkurgu klasikleri dizisi içerisinde basmaya başladı, umarım devamını getirir.

Kızıl Mars, Mars’ın kolonileştirilmesi üzerine yazılmış en kapsamlı roman sanırım. Bu kolonileşme sürecinin her adımını görebiliyoruz kitapta. İlk 100 biliminsanının gezegene yolculuğuyla başlayan süreç Mars’ın terralaşma adımlarını, insanların yeni bir gezegende kuracağı toplumsal yapının sosyopolitik yanını, ekonominin ve Dünya şirketlerinin kapitalist bakış açısını da ele alarak bütüncül bir şekilde devam ediyor. Robinson farklı karakterler üzerinden giden bir anlatım tercih etmiş. Ben en çok Maya’yı takip ettiğimiz gemi yolculuğu kısmını sevmiştim. O bölümde uzun süre belirli sınırlar içinde yaşamaya mecbur biliminsanlarının farklı görüşlerinin çatışmalarını okumak çok keyifliydi. Kitap sadece o bölümler için bile okunur bence. Gezegene iniş yapıldıktan sonra Nadya karakterine ve Mars üzerinde kurulan yapıların tasvirleriyle dolu teknik bir bölüme geçiyoruz. Robinson öyle bir anlatıyor ki gerçekten bu kitapta yer alan teknolojiye sahip olsaydık bunları yapardık diye düşünmüştüm. Çok gerçekçi ve benim gibi hard sci-fi okumayı sevenler için bulunmaz nimet.

İlk yüzden sonra Dünya’dan Mars’a göç artıyor, şirketler Mars’ı ekonomik olarak sömürmek istiyor, bu da kaçınılmaz olarak toplumu ikiye bölüyor böylece devrime, yıkıma giden bir durum söz konusu oluyor ve kitap inanılmaz bir durumda bitiyor. Duymayacağından emin de olsam buradan İthaki’ye sesleniyorum: Bir Uzay Destanı’nda olduğu gibi bizi süründürmeyip, bir an önce devamını getirseniz? Dibine kadar teknoloji ve bilime bulanmış kurgulara aç bünyemi nasıl doyurabilirim?

hayvanlardan tanrılara sapiens ile ilgili görsel sonucu

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens – Yuval Noah Harari

Bazı kitapları erken okumak gerekiyor, zamanından sonra okuduğumda hakkını veremiyorum, küs ayrılıyoruz. Bu kitap 2012’de yazılmış, 2015’te dilimize çevrilmiş. İçeriğinin bana yeni ufuklar açması için en azından ilk çıktığında okumuş olmam gerekirdi benim bu kitabı. Fakat o zamanlar fazlasıyla fantastik dünyalardaydım ben. Hem bir anda herkesin elinde görmek bile bu kitabı benim için çok satanların vasatlığına indirmişti. Şimdi Cemil’in evinde bulduğum ve ilk sayfasına şöyle bir göz atıp, eh akıcı bir dili varmış okunur bu dediğim için okumuş bulundum. Fazlasıyla öznel bir şey söyleyeyim; benim için çok eksik bu kitap. Neredeyse bilmediğim, duymadığım hiçbir şey anlatmıyor. Tarihe, bugüne ve geleceğe farklı bir pencere de açmıyor. İnsan tarihi üzerinden birtakım çıkarımlar yapıyor ve bunu örneklerle destekliyor. Akıcı ve olguları bir kötüleyip bir güzellediği için okuru düşünmeye sevk eden -oyunbaz diyeceğim- bir dili olduğu için bu kadar tutuluyor sanırım. Bu eleştirilecek bir şey değil elbette fakat dediğim gibi içeriği ve sunduğu örnekler benim için doyurucu değildi. Anlattığı her şeye karşı bir süre sonra evet, aynen demekten sıkıldığımı hatırlıyorum. Lisede tarih dersi görmüş çoğu kişi bu konulara aşinadır, biraz meraklı olup ucundan araştırma yapmış, belgesel izlemiş biri için de örnekler doyurucu olabilir ama bana anlatılan her şey fazla özet geldi ve maalesef yeni bir bakış da sunmuyordu. İnsan tarihi üzerine, insanlığın devrimleri üzerine okuma yapmamış insanlar için akıcı ve düşündüren diliyle başlangıç seviyesine uygun bir kitap. Fakat anlatılanlar üzerine fazlaca okuma yapanları bir tarih kitabı olarak tatmin etmiyor.
*atarlı sci-fi fangirl mode on*
Ayrıca interneti kimse öngörmedi demişsin ama PKD de Asimov da kurgularında interneti var edebilmişlerdi. Belli ki sen okumamışsın he heyy.
*atarlı sci-fi fangirl mode off*

Okuduğum kitaplar bunlardı, şimdi Gaiman’ın Anansi Çocukları’na başlayacağım, ağır toplara girişmeden kısa bir soluklanma.

Şimdi bu blogda daha önce hiç yapmadığım bir şey yapacağım. İzlediğim bir animeden bahsedeceğim. Japon kültürüne çok uzağım ben, edebiyatlarına bile yeni yeni dalıyorum. Anime izlemekse…. hiç yapmayacağım bir şey gibiydi. Burada çok tatlı bir arkadaş edindim, onun sayesinde ilk anime dizimi de izlemiş oldum. Cemil sabah erkenden çıkar çıkmaz ben eşya yerleştirmeye, mola verip iki üç sayfa bir şey okumaya, yemek hazırlamaya falan kaptırıyordum kendimi. Beyza tam bu döngüden sıkıldığım sırada karşıma çıktı. Yan komşumuzun tatlı mı tatlı kızı. Sürekli yanıma gelip ben işlerle uğraşırken tabletinden anime izliyordu. En sonunda beni ikna etti ve Steins Gate‘i izlemeye başladık. Başta yirmi dakika diye öylesine yemek yerken izliyordum fakat sonrasında baya sevdiğimi fark ettim.

steins gate ile ilgili görsel sonucuZaman yolculuğu üzerine oldukça eğlenceli, bir noktadan sonra oldukça hüzünlü, genel olarak üzerinizde çok hoş etkiler bırakan bir anime bence Steins Gate. Üniversite öğrencisi dahi Okabe ve arkadaşlarının bir mikrodalga telefonla geçmişe mesaj gönderip zaman çizgisini değiştirmeleri ve sonrasında bunun yol açtığı birtakım mevzular anlatılıyor genel olarak. İlk birkaç bölüm kafa karıştırıyor sonra düzeni oturtunca su gibi akıp gidiyor dizi. Karakterler çok sevimli, bilimsel tutarlılık -en azından- beyin yormuyor. Bir taraftan gülerek, bir taraftan ağlayarak bitiriyorsunuz yirmi küsür bölümü. Bundan sonra başka anime izler miyim bilmiyorum. Steins Gate gibi iyi bir tanesine denk gelirsem neden olmasın.

Böyle işte, şarkınızı atıp kaçıyorum. Çok iyi bakın, sevgilerr*

Eskişehir’den bildiriyorum, neler okudum neler izledim” üzerine 2 yorum

  1. Zaman yolculuğu konusunda Toki wo Kakeru Shoujo isimli film ya da Madoka Magica da akla gelen animelerdir. Madoka Magica daha fantastik bir eser ama sonuna kadar izlersen hem ne kadar ilginç ve orijinal bir eser olduğunu hem de edebiyat eserlerine nasıl göndermeler yaptığını görürsün. Zaten yazarı (Gen Urobuchi) üstat seviyesinde biri.

    Liked by 1 kişi

  2. Aslında bu zaman yolculuğu konusu çok sıkıntılı bir durum. Olayın bilim tarafını kotarmak hiç mümkün olmuyor. Ben de bu konuda bir şeyler izlemekten kaçınıyordum doğrusu. Steins gate odağını her zaman karakterler üzerinde tutarak bu durumu çok temiz çözmüş. En azından beni ikna etti.
    Bahsettiğin animelerden de ikincisine kesin bakacağım, edebiyat dedin beni çaldın zaten.
    Teşekkürler tavsiyeler için.

    Beğen

Yorum bırakın