son zamanlarda olan biten ve iki kitap

Nereden başlayacağımı bilmiyorum, uykusuzluğun ve ipliklerin arasında o kadar karmaşık bir hafta geçirdim ki zaman algımı yitirmeye başladım. Yeni yılla birlikte final dönemi de geldi malumunuz, kaçarı yok sınavlara girip çıkıyor, ders notlarının üstünde uyukluyordum. Üç sınav üst üste girdiğim günlerin, bir derslikten diğerine koşturduğum anların haddi hesabı kalmadı. Yoğun bir final takviminin ardından son kez eve gitmek için otobüse bindiğimde ayakta duracak halim yoktu, gözlerim boşluğa bakıyordu ve küçücük bir noktadan seslenmek istiyordum YETER ARTIK diye. Nihayet bitti, her şey duruldu. Uykuya yarı bağışık biri olarak uykusuz geçen gecelerin çetelesini tutmadım, bu durumun bana dönüşü kesinkes erken yaşlanmak şeklinde olacak. Son sınavım biter bitmez kendimi yine kitaplarımın arasına, ülker arenada çığlıkların ortasına atacağımı sanıyordum fakat olmadı. Babam çok fena hastalandı ve üç gün bizim evde kaldı. Hastayken bir insanın ne kadar ağlak olacağını tahmin edersiniz, üç gün boyunca babamı iyi edeceğim diye etrafında dört döndüm.

Babamın bizde kalması evde olağanüstü hal ilan etmemize sebep oldu. Salondaki televizyonun karşısındaki tek kanepemize kuruldu ve küçük çaplı krallığını ilan etti. Ben de yanına bir minder çekip battaniyeme sarındım ve o uyurken kendime bir yelek örmeye başladım. Günlerim ve gecelerim artık tüylü ip yumaklarının arasında geçmeye başladı. Üç günün sonunda yeleği tamamladım. Bu sırada Aslı kendi odasından nadiren çıkıyor, ders çalışıyordu. Babam bize daha fazla yük olmamak adına yemeği dışardan söylüyor, hiç olmazsa bunu yapabilirim diyordu. Babam biraz iyileşir gibi olup abimin yanına gittiğinde ben tüm yaşam enerjim çekilmiş gibi hissediyordum. Bu durumu kontrol edebilirim diyerek kendimi dışarı, İstanbul’un ilk kar yağışının altına bıraktım. Bir akşam ben markete doğru yollanmışken Cemil aradı ve çok samimi bir konuşma gerçekleştirdik. Hiçbir sorun yoktu ve o an her şey olması gerektiği gibiydi. Sadece iyi olup olmadığımı ve neler yaptığımı merak ediyordu. Ona her şeyi anlattım, bir kez daha bir ışık yaktığını söyledim ve teşekkür ettim. Eve döndüğümde içim sıcacıktı. Marketten aldığım mantıyı pişirdim ve bir önceki günden kalan çorbayı ısıttım, Aslı’yla birlikte yedik. Sonrasında babamın yıkık krallığına yerleşip film izledik.

Tüm bunların arasında birkaç bi şey okumaya çabaladım, zamanımın çoğunda masamda yığılmış makalelere göz gezdiriyordum fakat sabahları biraz erken kalkıp kitap okumaya zaman ayıracak gücü kendimde bulabildim. İki incecik kitap bitirdim, yeni yılın ilk kitapları. Biraz bahsedeyim.

İlk kitabım Kazuo Ishiguro’dan Noktürnler. Geçen sene tanıştık Ishiguro ile. Gömülü Dev anında senenin favorilerinde yer buldu kendine. Noktürnler, bir öykü kitabı ve öykülerin temel noktası müzik ve bağımsızlık. İlki kesin, ikincisi benim çıkarımım oluyor. Şöyle ki öykülerin hepsi müzisyenlerin çevresinde dönüyor. Yetenekli müzisyenlerin küçük hikayelerini okuyoruz. Öyküler öyle çok akılda kalacak kadar çarpıcı olmasa da çok severek okuduğumu hatırlıyorum. Ishiguro’nun anlatımında bir şeyler var, sanırım ona kapılıyorum. Bu sene Ishiguro okumaları devam edecek. Size de tavsiye ediyorum ama önce Gömülü Dev.

Diğer kitap da Marquez’den Albaya Mektup Yok. Marquez okumalarımı da belli bir sıraya göre yapmaya çalışıyorum. Yüzyıllık Yalnızlık’ı en başta okuyarak daha baştan kendimi yalanlasam da diğer kitaplarında bu sıraya sadık kalacağım. Neyse uzatmadan kitaba geçeyim. 70 sayfalık bir uzun öykü Albaya Mektup Yok. Devrim girişiminden sonra emekliye ayrılan ve her an emekli maaşının gelmesini bekleyen bir albayla, bir gün dövüşlerden çok para kazandıracağını umduğu horozu ve astımın yavaş yavaş öldürdüğü karısı etrafında dönüyor hikaye. Yani ne diyebilirim ki Marquez gerçeğin sis perdesinin ardından yazıyor. Şu kısacık öyküde hem gülüyor hem ağlıyorum. Çok sevdim. Bunu da mutlaka tavsiye ediyorum.

Eh, 2019 böyle geçiyor, bir şekilde geçiyor. Siz neler yapıyorsunuz?

Yorum bırakın